27 Şubat 2012 Pazartesi

Yargı Reform Paketi - Kamu Görevlileri-Özel Yetkili Mahkemeler-Çete Kavramı üzerine Çalışma Raporu ve Öneriler

 

  Av.Nilay Sermi Kökkılınç


Kamu görevlileri yönünden uygulamalar karşısında T.B.M.M. ‘de  yapılması gereken ve yargı reform paketlerine eklenmesi gereken çalışmalar vardır.

-Yargı, Anayasa’da belirtilen “  Kuvvetler Ayrılığı Prensibi “ uyarınca Yasama ‘nın emrinde değildir ancak Yasama’nın yaptığı  yasalarla   çalışır. Bu nedenle Yasama tarafından uygulamalar dikkate alınarak  Yargı’ya  yol gösterecek yasaların yapılması gerekir. Özel Yetkili Mahkemeler   yargı sistemi içinde bir istisnadır. Yargıda mahkemelerin ihtisas alanları olabilir ,   olmalıdır da   ancak ” yetkileri özel “ mahkemeler olmamalıdır.

- Yargı reform paketinde özel yetkili mahkemelerin kaldırılmadığını görüyoruz. Bir süre daha kaldırılmayacağından bahsediliyor. O halde hiç değilse özel yetkili mahkemelerin görev alanı üzerinde bir çalışma yapılabilir. Kamu görevlileri ve kamu ile iş yapan kişiler yönünden kamu görevinden doğan suçlar kapsam dışındadır denilmek suretiyle özel yetkili mahkemelerin görev alanı daraltılabilir.

 -Çete suçlarında tanımlar daha açık ve anlaşılır olmalıdır. Cezaların taban ve tavanları vardır. Bazı koşullarda çete suçu yerine ilgili suçun karşılığı cezanın üst sınırının verileceğini  öngörebilirsiniz. Çete kavramında kamu görevlileri için büyük mağduriyetler yaşanabilmektedir. Hatta bana göre görev suçlarının bulunduğu bir ortamda  şuç işlemek amacıyla  çete kurmak diye  bir suç olmamalıdır.  Kamu kurumlarında kanundan doğan bir teşkilat vardır. Hem hiyerarşik yapıda hem de  birlikte görev yapılan idari bir sistem vardır. Uygulamada bu sistemin çok kolay çete olarak tanımlanabildiğini görüyoruz. Bir işlem hakkında suç  isnadı varsa o işlemde birlikte görev yapan herkes çete üyesi olarak kabul edilip şüpheli ya da sanık olmalı mıdır ?

- T.C.K 220\6. maddesine göre örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişilerin örgüt üyesi gibi cezalandırılmalarının kamuoyunda rahatsızlık yarattığı örgüte üye olmak suçundan verilen cezanın ½ oranında indirileceği örgüte bilerek isteyerek yardım eden kişinin de cezasının 2/3 oranında indirileceği belirtilmektedir. Oysa T.C.K 220. Maddesi olduğu gibi kaldırılmalıdır. İşlenen suçun karşılığı olan cezanın zaten alt ve üst limitleri vardır. Bu maddelere göre suça ceza vermek mümkündür.

- Kamu kurumları ile ilgili farklı konulardaki ithamların birlikte tek bir dosya içinde değerlendirilmesi  de yargıyı uzatan, dava dosyalarının incelenmesini zorlaştıran unsurlardan biridir. Her bir konu ayrı yargı dosyası olmalıdır. Genel itibariyle ceza mahkemelerinde birbirine bağlanan konular uzun tutukluluk nedenlerinin başında gelmektedir.

-4483 sayılı Memur Yargılanması Hakkındaki Kanuna göre görevinizle ilgili bir konu nedeniyle yargılanabilmeniz için Bakanlık tarafından önce soruşturma izni verilmesi gerekir. Bir istisnası vardır. 3628 sayılı yasada öngörülen rüşvet, irtikap ,haksız mal edinme gibi nedenlerle bir itham varsa  Bakanlık izni gerekmez. Bir de görevle  ilgili olmayan  ithamlar için de izin alınması gerekmez. 3628 sayılı yasa artık yürürlükten kalkmalıdır. Kamu görevlisinin görevinden  ötürü her türlü itham ihaleye fesat suçları da dahil olmak üzere  Bakanlık izni ile incelenebilmelidir. Bakanlığın iznine karşı Danıştay’da itiraz imkanınız vardır.

 -Kamuda ,kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılıp kullanılmadığı , kamu işlemlerinde kamu zararı yaratılıp yaratılmadığı Sayıştay tarafından denetlenir.Sayıştay incelediği bir konuda sorgu yapabilir. Bu sorguda kamu görevlisi bir açıklama yapar; yapılan açıklama yeterli görülmezse Sayıştay tazmin  ya da zimmet kararı verir. Bu kararlara karşı Sayıştay  ‘a temyiz yoluna başvurursunuz. Temyiz nedenleriniz kabul görmüşse tazmin ya da zimmet kararı kaldırılır. Kabul görmemişse kamu zararı kamu görevlilerinden tahsil edilir. Tazmin kararları cezai sorumluluk gerektirmez. Sadece Sayıştay bu şekilde incelediği bir konuda suç duyurusunda bulunmuşsa  cezai sorumluluk doğar. Sayıştay Kanununa göre Sayıştay’ın incelediği konular hakkında re’sen suç duyurusunda bulunma yetkisi  vardır. Kamu zararları yönünden bir suç olup olmadığı hususundaki kararları Sayıştay’a bırakmak gerekir.

-Kamu görevlilerinin    görevleri ile ilgili suçlarda  deliller çoğunlukla resmi kayıtlardır. Suç isnadı ile birlikte bunların onaylı örnekleri ve  bilgisayar imajları alınmaktadır. Teknik takip delilleri de de zaten Savcılık’tadır. Delil karartma ihtimali  böylece büyük ölçüde giderilmiş olmaktadır. Bu nedenle kamu görevlileri için tutuklama tedbiri yerine adli kontrol tedbirine   başvurulmasını sağlayan yasal düzenleme yapılmalıdır.

-Soruşturma ve Koğuşturma  aşamasında itham edilen konular üzerinde inceleme yapmak üzere bilirkişiler görevlendirilir. Seçilecek bilirkişiler en az üç kişi olmalı ,  kamu da aktif görevli olmamalı içlerinden biri de mutlaka hukukçu olmalıdır. Uygulamada sadece sayısal değerlerden yola çıkan ve kamu görevlisi  olan tek bir bilirkişi ile çalışıldığını görüyoruz.

-Teknik takip ve dinleme kayıtlarının  tutuklama nedeni olabilecek kuvvetli suç şüphesi yaratan delil vasfında olup olmayacağı  belirlenmeli, kanunlarda yeniden tanımlanmalıdır.  3.kişiler arasındaki görüşmeler ya da  espri olduğu halde kağıtlara döküldüğünde başka anlamlar yüklenen görüşmelerin delil niteliği ve delili gücü tarif edilmelidir. Gaziantep’te bir Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği beraat kararı  emsaldir. Telefon görüşmelerinin maddi bulgularla da desteklenmesi gerektiği  gerekçesine dayanan bir karardır. Bu dosyada sanığın iki yıl tutuklu kaldığı tazminat hakkı saklı olarak beraatine karar verildiği basında yer bulmuştur.

-Yargı reform paketinde tutuklama yerine alternatif tedbirlerin alınacağı adli kontrol tedbirinin genişletileceği , 3 yıl olarak uygulanan adli kontrol tedbirinin 5 yıla çıkartılacağı , böylece kapsamın genişletileceği tutuklamadan kaynaklanan şikayetlerin giderileceği ve tutuklu sayısının azalacağının  beklendiği belirtilmektedir. Bana göre beklenen amacın gerçekleşmesinde  yetersiz bir  çalışmadır. Cezaların alt ve üst sınırları vardır. Genellikle mahkemelerde  alt ceza sınırı uygulanmakta bazı koşullarda indirim ya da artış nedenleri uygulanmaktadır .

 CMK 109.maddesinde adli kontrol tedbiri düzenlenmiş ve üst sınır üç yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda uygulanacağı belirtilmektedir. Bakanlık tarafından sadece bu  3 yıl 5 yıl yapılmaktadır. Örneğin kamu görevlileri yönünden edimin  ifasın  fesat suçunda alt ceza sınırı 3 yıl üst sınır ise 7 yıldır. İhaleye Fesat Suçlarında ise alt ceza sınırı 5 yıl üst sınır 12 yıldır. Bence yapılması gereken adli kontrol tedbirinde üst ceza sınırı yerine alt ceza sınırının uygulanmasıdır.

-Tutuklamaya, tutuklamanın devamına ve tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenlerinin varlığı ile tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunun somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça yazılması gerektiği şeklinde net bir düzenleme yapıldığı Bakanlık tarafından belirtilmektedir. Uygulamayı görmeden bir yorum yapmak zordur. Birden fazla iddianın olduğu bir tutuklamada tutuklama nedeni olan iddia ve somut delil gösterilmelidir.

-Yargı reform paketinde yer alan elektrik borçlarına bağlı mühür bozma  ve karşılıksız çek suçlarının kaldırılmasını doğru buluyorum. Ev eşyasının  haczine ilişkin düzenlemeyi de doğru buluyorum. Ancak  İmar Kanunundan doğan TCK 184.maddesinde düzenlenen İmar Kirliliği suçlarında da  gecekondu yapanla ruhsatlı binasına ilaveler yapan bir tutulmaktadır. Mağduriyetler yaratan bir düzenlemedir.

-Yürürlükteki Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması düzenlemesinin de temyiz edilememesi , temyiz hakkının sadece denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlenmesine bağlı tutulması mahkeme kararlarının içerik olarak  hukuken tartışılmasının önünü kesmektedir.

-TCK 53.maddesinde düzenlenen görevden men tedbiri içeren ceza maddesi üzerinde çalışma yapılmalı tercihli ceza maddesi olarak değerlendirilmeli  hangi cezanın uygulanacağı hususu ise  yargıç takdirine bırakılmalıdır. Uygulamada verilen bir cezaya ilave ceza olarak uygulanmaktadır.

-TCK 235.maddesinde düzenlenen İhaleye Fesat Suçları üzerinde yeniden çalışılmalı ve bu maddenin yarattığı haksız mağduriyetleri  önleyici ve somut ifadelerle sözkonusu ceza maddesi metni yeniden yazılmalı ,  haksız bir menfaat elde etme yasa maddesinin maddi unsuru olmalıdır. Bugünkü düzenlemede haksız menfaat olması gerekmemekte  , haksız menfaat  varsa rüşvet ,irtikap gibi diğer ceza maddelerinin uygulanması öngörülmektedir. Aşırı sonuç  doğuran bir ceza maddesidir.

Bunun gibi daha pek çok yargı reformuna ihtiyaç gösteren husus  vardır . Ancak en önemlisi  tutukluluk halleri ve kamu görevlilerinin çete suçlaması ile karşı karşıya kalması durumudur.
















14 Ocak 2012 Cumartesi

Yerel Yönetimler ve Kardeş Şehirler

Nilay Sermi Kökkılınç

Kardeş Şehir Flörsheim

Bir Belediyemizin kardeş şehri Flörsheim’dan bahsetmek istiyorum.
Almanya’nın en güzel kentlerinden Frankfurt’a bağlı  Stadt Flörsheim Am Main’ ile 2000’li yılların başında bir belediyemiz  kardeş şehir ilişkisi kurdu .O tarihlerden bu yana  Stadt  Flörsheim ‘lı Alman misafirler her yıl bu güzel ilçemizi ziyarete gelirler.İlk kez  2002 yılında tanıştım; bu güzel ve özel belde ile !  Rhein nehrinin kollarından Main nehri kıyısında,  yatay yerleşimde ,tarihi kent dokusunu korumuş ,doğal  güzelliği ,üzüm bağları ,şarapları ,porselenleri ,ressamları ,yemekleri, festivalleri ile öne çıkan ,dünyanın en işlek 3.büyük hava limanı olan Frankfurt hava limanının neredeyse dakikada bir kalkıp inen uçak sesleriyle  “ Noch mehr auf die Ohren “ sloganıyla mücadele içinde olan ,geleneklerine bağlı, güler yüzlü, konuksever halkıyla görülmeye  değer , sevimli bir kent  Flörsheim !….

    Hepimizin yakından bildiği üzere Ülkemiz ,Avrupa Birliği üyeliği yolunda adımlar atan bir ülke. 15.10.1985 tarihinde imzaya açılmış, ”Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartını” Türkiye olarak 21.11.1988’de imzaladık. ”  Yerel idarelerin güçlendirilmesi, özerkliklerinin savunulması, yerinden yönetim ve demokrasi ilkelerine dayanan bir Avrupa’nın kurulmasının temel koşuludur “ görüşünden hareketle hazırlanan  sözkonusu Özerklik Şartı Avrupa Konsey’ince kabul edilmiş,Türkiye ise 1992’de Bakanlar Kurulu Kararı ile bazı çekincelerle Şart’ı onaylamış. Böylece ,Avrupa Birliği normları doğrultusunda Belediyelerin hem Avrupa’da kendi içinde, hem de Ülkemizin Avrupa kentleriyle kardeş şehir ilişkileri desteklenmiş ve  teşvik edilmiştir. Kardeş Şehir ilişkilerinin sürdürülebilir olması ,Avrupa Ülkeleri ve   Ülkemiz için  evrensel değerler içinde kültürel farklılıkların kabullenilmesinde , entegrasyonda, karşılıklı ekonomik ve kültürel  ilişkilerin ve hatta vatandaşlarının her türlü sosyal ihtiyacını gidermek için  var olan belediyeciliğin gelişmesinde de  giderek daha fazla önem kazanmıştır.

   Flörsheim’ın Polonya’dan  bir  kardeş şehri daha  bulunuyor.Kardeş Şehir olduğumuz yıllarda Belediye Meclisinde siyasi yelpazenin sağında olan  Hırıstiyan Demokrat Parti’den bir Belediye Başkanı görevdeydi. Bu gün ise sol bir parti olan Sosyal Demokrat Parti’den bir Belediye Başkanı görevdedir. Mecliste her iki partiden temsilcilerle birlikte ayrıca Yeşiller Partisinin de temsilcileri bulunuyor.Flörsheim Belediyesinde  Türkiye kökenli vatandaşlarımız  çalışıyor.Bunlardan birisinin hukukçu olması ve kardeş şehir ilişkilerimizin sürdürülmesinde , objektif  simultane çevirileri  ile sağladığı katkı  büyük ölçüde takdire değer !...Kardeş ilçemizde yerleşik olan ve Almanya’da yaşamış vatandaşlarımızın da katkılarını , Flörsheim’lı olmadığı halde yaz aylarında ülkemizde yaşayan ,kışın kendi ülkesine dönen ,ilçe halkı tarafından çok sevilen  ve daha önce Belediye Meclisimizin  kendisine Fahr-i Hemşehri ber’atı verdiği ,hem Alman hem Türk vatandaşı diyebileceğimiz Almanya emekli elçisi ve değerli eşini anmadan geçemeyiz. Bu vesile ile tanıdığım bir kaç önemli isim de var ki ; ilk kez kardeş şehir ilişkileri sayesinde Türkiye’ye gelen ,uzun yıllar Türk işçiler ile çalışmasına rağmen daha önce Türkiye’ye gelmek konusunda hiç istek duymadığına çok pişman olduğunu ifade eden hatta bu pişmanlığını  Flörsheim’da yayınlanan gazetelere ilan vererek Flörsheim’lıları Türkiye’ye gitmeye ve Türkiye halkını tanımaya davet eden bir Alman dostumuz ve ailesi, emekli polis şefi ,gazeteci,eğitimci,sosyal hizmet uzmanı ve daha sayamadığım pek çok İzmir aşığı Alman dostlar…..      

     Kardeş ilçemizden de bu kardeş şehir ilişkisi ile  öğrenciler ve aileler,  Flörsheim’li ailelerde konuk oldular.Dostluklar kurdular. Flörsheim ve kardeş ilçemizin kardeşliğinin uzun yıllar devam etmesini , Kardeş Şehir ilişkilerinin sürdürülmesini, iki kent arasında daha çok alanda  bürokratik Bakanlık izinlerine ihtiyaç duyulmaksızın karşılıklı paylaşımların olmasını gönülden dilerim.
                                                                                             

18 Aralık 2011 Pazar

Yerel Yönetimler Üzerine Bir Röportaj



Egede Sonsöz -Röportaj Erkan İYİGÜNGÖR-10.11.2011 

Yerel Yönetimler Ve Hükümet Arasındaki İlişkiler Nasıl Olmalı ?


Ülkemizde 2014 yerel seçimlerine gidilirken siyasal partilerin   yerel yönetimlere yaklaşımlarını, Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri arasındaki ilişkileri, Belediye Başkanları ve Meclis Üyeleri arasındaki uyumu , Hükümet ile Belediyeler arasındaki idari vesayet bağını yerel yönetimler yasaları ile uzun yıllar çalışmış  İzmir Barosu Avukatlarından Av. Nilay Sermi Kökkılınç ile değerlendirdik.


Soru             :2014 yılında yerel seçimler yapılacak ve İzmir  siyasi  partiler arasında kıyasıya bir rekabete sahne olacak. İktidar partisi İzmir’i iki Bakan ve 35 çılgın projeyle istiyor. Mevcut Belediye Başkanlarımız ise ana muhalefet partisine mensup.  Merkezi İdare ile Yerel Yönetimler arasında nasıl bir hukuki bağ  var ? 
Yanıt            : Ülkemizde yaşanan son askeri darbe sonrası kabul edilen 1982 Anayasa’sının 127/5.md.sinde Merkezi idarenin mahalli idareler üzerinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu  belirtildiğinden  yerel yönetimlerimiz merkezi idareye bağımlı olarak görev yapar, hizmet üretirler. Hükümet , belediyeler üzerindeki idari vesayet yetkisini  İçişleri Bakanlığı eliyle  kullanır. Bakanlık  idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığını olağan veya  şikayet üzerine gerçekleştirdiği  denetimlerle değerlendirir. Denetimler sonucu  hukuka uygun bulunmayan idari işlemler yönünden belediye görevlileri hakkında merkezi idare tarafından soruşturma izni verilmek suretiyle  ceza mahkemelerinde yargılanma yolu açılır.
Soru                :İçişleri Bakanlığının  Yerel Yönetimler üzerindeki idari vesayet yetkisi hizmetlerin önünü kesen bir siyasi baskı aracı olarak  değerlendirilebilir mi  ?
Yanıt          : Belediye Başkanı ve Meclis Üyelerinin çoğunluğu   muhalefet partilerine mensupsa Merkezi idare olarak İçişleri Bakanlığının denetimleri belediyelerce siyasi baskı  aracı olarak görülmektedir. Örneğin ana muhalefet partisine mensup belediyelerimizin yoğun olduğu  İzmir’ de Belediye Başkanlarının  müfettiş denetimlerinin sıklığından duydukları rahatsızlıkları  ve bunun  kamu görevlilerinin motivasyonları üzerindeki  olumsuz etkilerini basında sık sık dile getirdiklerini görürüz. Yakın zamanda  İzmir’de bir sivil toplum örgütü olan EGEV tarafından organize edilen ve kent hizmetleri ile ilgili beklentileri konu alan Başkanlar Kurulu toplantısına Bakanlarımız , kent Valisi, Büyükşehir Belediye Başkanı, Milletvekilleri, Siyasi Partilerin  İl Başkanları  katılmış ;  projeler açıklanmış ,kentin öncelikleri tartışılmış, beklentiler dile getirilmiştir. Ana Muhalefet Partisi İl Başkanı’nın dile getirdiği ve   basına yansıyan beklentiler arasında belediyeleri denetleyen müfettiş sayısının makul seviyeye indirilmesinin istenmesi de  vardır . Bu da  sözkonusu denetimlerin hizmetlerin önünü kesen siyasi baskı aracı olarak görüldüğünü göstermektedir.
Soru                 :  Parlementoda ,ilk sivil Anayasa için , siyasi partiler Anayasa Komisyonları oluşturdular. Merkezi İdarenin, Yerel Yönetimler üzerindeki idari vesayetini düzenleyen Anayasa’nın 127/5.maddesini  partilerin üzerinde  uzlaşabileceği maddeler arasında görüyor musunuz ?
Yanıt              : Esasen  İktidar ve Ana Muhalefet Partilerinin programlarında 2002 yılında ülke olarak imzaladığımız Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının uygulanması konusunda ilke kararları olduğunu görüyoruz. Uzlaşma kültürü içinde her kesimle mutabık kalınabilecek  bir sivil Anayasa yapılmasından bahsediliyor ve isteniyor. O halde Anayasamızın 127/5.maddesindeki idari  vesayeti de 
kaldırabilir, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde,   üniter devlet yapısı içinde yerel yönetimlerin denetimi görev ve yetkisini ,  merkezi idare yerine yerel yönetim birliklerine verebiliriz. 
Yerel yönetimler ve merkezi idare  ayrı ayrı seçimlerle görev alıyor. Bu nedenle, merkezi idarenin yerel yönetimleri idari olarak denetlemesi  demokratik seçim sisteminin ruhuna ve ilkelerine aykırılık yaratıyor. Sözkonusu denetimin ,merkezi yönetimin zaman zaman yerel yönetimler üzerinde siyasi baskı aracına dönüşebildiği , denetimlerde eşit ve objektif kriterlerden uzaklaşıldığı iddia edilebiliyor. 
Belki hatırlarsınız , basına da yansımıştı ;ülkemizde genel seçim döneminde bir mülki amirimiz halka beyaz eşya dağıtmıştı. Bu işlem şikayet edilmiş , denetim konusu olmuştu. Mülki Amir için yapılan denetim sonucunda   halka beyaz eşya dağıtımında merkezi İdarece herhangi bir hukuka aykırılık görülmemiş ve soruşturma izni verilmemişti. Ancak daha sonra Danıştay bu kararı bozmuş , mülki amirimiz de ceza mahkemesinde yargılanmıştı. Muhalefet Partilerine mensup  pek çok belediye için merkezi yönetimce objektif yaklaşılan  ve soruşturma izni verilmeyen kararlar mevcut olsa da olumsuz tek bir örnek bile merkezi yönetimin belediyeler üzerindeki denetimlerinin  siyasi olduğu  ve baskı aracı olarak kullanıldığı şüphesi için yeterli olabilmektedir.   
Soru              : İçişleri Bakanlığının Yerel Yönetimler üzerindeki denetimleri nasıl gerçekleşmektedir?
Yanıt                   :İçişleri Bakanlığı ,belediye denetimlerinde genellikle Siyasal Bilgiler Fakültesi ya da Hukuk Fakültesi mezunu  Bakanlık bünyesinde çalışan Mülki Müfettişler görevlendirmektedir. Müfettişler de ihtiyaç duyarlarsa yine çeşitli Bakanlıklarda çalışan Bayındırlık, Karayolları gibi, kurum bürokratlarından bilirkişi tayin etmektedir. Sonuçta müfettişin verdiği rapor esas alınarak İçişleri Bakanı tarafından Belediye Başkanı ve Meclis Üyeleri hakkında soruşturma izni verilmekte ya da verilmemektedir. Türkiye Belediyeler Birliği ve diğer Bölge Belediye Birlikleri incelenirse dış işleri komisyonundan hukuk işleri komisyonuna kadar yerel yönetimler mevzuatı ile ilgili her alanda çalışıldığı ,  bürokrat kamu görevlileri ile oluşan bir idari yapısının olduğu görülür. Türkiye Belediyeler
Birliği ve diğer Bölge Belediye Birliklerinde de bakanlık müfettişleri gibi görev yapacak uzman kamu personeli müfettişler çalışabilir. Bilirkişi tayin edilmesi gereken incelemelerde ise bakanlıklardan değil meslek odalarından ya da mahkemelerde bilirkişilik yapan uzmanlar arasından seçim yapılabilir. Denetim raporu da artık İçişleri Bakanı yerine Bölge Belediye Birlik Başkanı ya da Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı tarafından soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi şeklinde verilecek kararla değerlendirilebilir.       
Soru                         : Siz  ,Belediyeleri ,Merkezi İdarenin değil, Belediye Birliklerinin mi denetlemesini öneriyorsunuz ?
Yanıt                          : Türkiye Belediyeler Birliği ve Bölge Mahalli İdare Birlikleri yerel yönetimlere ait oluşumlardır. Seçilmiş Belediye Başkanlarından oluşur.  Yapılarında yapılacak yasal düzenlemelerle yerel yönetimler daha güçlü ve üniter devlet yapısı içinde özerk kılınabilir. Üniter Devlet yapısı ile uyumlu bir idari yerel yönetim sistemi kurulmuş olur. Böylelikle mahalli idare birliklerinin görev ve yetki alanı bu amaca hizmet edecek şekilde genişletilebilir. Anayasanın 127/5.maddesindeki merkezi yönetime ait idari vesayet yetkisi kalkar ,Mahalli İdare Birlikleri Anayasa çerçevesinde yeniden şekillenir , neticede evrensel hukuk normu  olan Avrupa  Yerel Yönetimler Özerklik  Şartına  da   uygun bir düzenleme yapılmış olur.   
Soru                          : Belediyeler ,pek çok belediye hizmetleriyle ilgili olarak merkezi idarenin çıkardığı   yönetmelik ve genelgelerin de  kendilerini bağladığını belirtmekte, bu yönetmelik ve genelgelerden de şikayet etmekteler. Denetimlerde yönetmelik ve genelgeler de dikkate alındığında ,  yerel yönetimler için idari vesayetin kaldırılmasına bağlı olarak Üniter Devlet Yapısı ile uyumlu  ne tür düzenlemeler  yapılabilir?
Yanıt                      : Merkezi İdare, belediyelerin görev alanına giren konularda kanunların uygulanması ile ilgili çıkardığı yönetmelik ve genelgeler yoluyla da idari vesayet yetkisini kullanır. Merkezi İdarenin yönetmelik ve genelgelerine uymamak da  belediye görevlisi için soruşturma izni verilmesi nedenidir. Merkezi idarenin yönetmelik ve genelgeleri kanunların yorumlanmasında belediyelerin bakış açısını daraltır,  yerele özgü çözümler üretilmesinde  yaratıcı düşünmeyi engeller. Yeni Anayasa yapılırken  merkezi yönetimin belediyeler üzerindeki idari vesayeti kaldırılırsa ,  kanunların uygulanmasına dair belediyeleri bağlayan yönetmelik ve genelgelerin de Bakanlık tarafından değil  Belediye Birlikleri ile Belediye Meclislerince çıkarılması evrensel hukuk normlarına  daha uygun olacaktır. Sonuçta yasaları Parlemento yapar. Yönetmelik ve genelgeler kanunların uygulamasını gösteren düzenleyici işlemler olduğundan zaten kanunlara da aykırı olamaz. Dolayısıyla Üniter Devlet Yapısı ile uyum bozulmaz.
Soru                        :Biraz da Avrupa Yerel Yönetimler özerklik Şartı çerçevesinde kent yönetimlerine  bakalım !
Yanıt                       :Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartına göre  kent planlamalarında  belediyelerin söz sahibi olması gerekir. İmar planlarında hiyerarşik bir düzen vardır. Küçük ölçekli planlar kendinden büyük ölçekli planlara uygun olmak durumundadır. En büyük planlar çevre düzeni planlarıdır. Merkezi İdare tarafından yapılır. Diğer planlar ona uygun şekillenmektedir. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik  Şartında yerellik ve yerel nüfusun kent kararları önce gelir. Bu konuda belediyelerin ve sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının söz sahibi olabileceği düzenlemeler yapılması gerekir. Bakın İzmir’de yakın zamanda basında Bayraklı Belediyesi sınırları içinde  orman alanında Denizcilik Müsteşarlığının Gemi Trafik Gözetleme İstasyonu yapımı  merkezi idare ile yerel idare ve sivil toplum örgütleri arasında bir uyuşmazlık nedeni oldu. Sorun kulenin yapılacağı yerin orman alanında kalması ve ağaç kesilmek suretiyle inşa edilmesindeydi. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartına göre kulenin  inşaa edileceği yeri  belirlemesi gereken kurum ilçe belediyesi olmalıydı.  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı  kulenin yerini planlarda işlemeyen İlçe Belediyesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi yerine geçerek merkezi idare olarak kule yerini  planlara işledi. Bu kez İlçe Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi, Şehir Plancıları Odası ve Gazeteciler Cemiyeti planlara itiraz etti. Konu belki de çoktan yargıya taşınmıştır. 
Soru                : Üniter Devlet Yapısı içinde Yerel Yönetimlerle Merkezi İdare arasında nasıl bir bağ olmalı ?
Yanıt                             : Avrupa Birliği tartışmalarında iyi yönetim ve yerellik gibi kavramlar ,özellikle yerel yönetimlerin kendi sorunlarına çözümler araması ,merkezi yönetimin de bunu desteklemesi gerektiği yönünde olmasına rağmen ülkemizde olduğu gibi  yerel yönetimleri  merkeziyetçi anlayışa bağlı kılmak uygulamada pek çok sakınca ve aksaklıkları beraberinde getirmektedir. Yakın zamanda Çevre ve Orman Bakanlığının "Manisa-Kütahya-İzmir " planlama bölgesi için yaptığı 1/100.000 lik Çevre Düzeni Planına İzmir Büyükşehir Belediyesi ,Odalar ve İlçe Belediyeleri  Danıştay'da iptal davası açmıştı. Plan Ortadoğu Teknik Üniversitesinden uzmanlar tarafından yerinde incelenmiş ve planlama hataları gösterilmişti. Çevre Düzeni Planında İzmir Kütahya ve Manisa’nın Ege Bölgesi kentleri olmalarına rağmen bulundukları havza, coğrafya, şehircilik, sanayi, üretim, ekonomi ve ulaşım  ağları yönünden birbirlerinden farklı oldukları ,aynı çevre düzeni bölge planında yer almamaları gerektiği ,bunun  planlama kusuru olduğu belirtilmişti. Bahse konu planın Çevre Düzeni Planı olmasına rağmen Çamlı Barajı kurulmak istenen yerde  önemli su kaynağının gösterilmemiş olması , ayrıca burada madencilik yapılacaksa madenin de belirtilmemiş olmasını yine plan kusuru olarak değerlendirilmişti. Orman Köylerinde  tarım yapılmasına rağmen , yerinde inceleme yapılmadan bu yerlerin fundalık makilik olarak gösterilmesi de plan hatası olarak belirtilmişti. Merkezden bakıldığında yerel özellikler ve ihtiyaçlar her zaman  net görülemiyor, çözüm üretilemiyor. Yerinden yönetim bu noktada büyük önem kazanıyor. 
Soru                        :Kent planları veya İdarelerin başka  kararları  için genellikle Sivil Toplum Örgütleri ya da kurumlar yargıya başvuruyor ve yargıda geçen uzun yıllar da hizmetlerin aksamasına neden olabiliyor .Bu konuda ne tür tedbirler alınabilir ?
Yanıt                       :Belediye işlemlerinin yargı denetimi idare mahkemeleri tarafından yapılmaktadır  İdare Mahkemeleri tüm kamu kurumları için görev yaptığından sayıları artırılmalı, hatta bana göre yerel yönetimlerin işlemleri  için özel görevli  İdare Mahkemeleri kurulmalıdır. Temyiz Mahkemesi olan   Danıştay’ın da  yükü çok ağırdır. Bölge İdare Mahkemelerinin sayısı artırılmalı imar planları uyuşmazlıkları da hakem heyetleri ile çözülebilmelidir. Düşünün, İzmir’de sadece dört İdare Mahkemesi ve bir  Bölge İdare Mahkemesi vardır. İzmir’de İdare mahkemelerinin  hızlı olduğunu söyleyebiliriz. Genellikle bir yılda karar verilir. Ancak Danıştay’da çok zaman geçer.  İzmir Türkiye’nin 3.büyük kentidir. Plan iptal davalarına bağlı yargı uyuşmazlıkları tüm hukuk sürecinin tamamlanmasına kadar uzun zaman almakta, bölgeler kitlenmekte ve vatandaş mağduriyetleri doğmaktadır.  
Soru                             : Yerel Yönetimlerin Merkezi İdareye bağımlı olması yerel yönetimlerin hizmetlerine olumsuz etkileri nasıl oluyor ?
Yanıt                            :Yerel Yönetimlerin merkezi idareye bağımlılığı bazen hizmetlerin aksamasına neden olabilmektedir. Borçlanma ve iktisadi girişimlerde ,yurtdışı ilişkilerinde , büyük maddi kaynak gerektiren altyapı yatırımlarında merkezi idareden izin alınması gerekmektedir. Bu da  zaman kaybı ve gereksiz bürokratik işlemler demektir. Yerel yönetim olarak maddi gücünüz vardır; gerekli izni  alamamışsınızdır. Hizmet için seçtiğiniz projeyi gerçekleştiremezsiniz .Bu bağımlılık , merkezi idare ile yerel yönetimler arasında her zaman bir uyuşmazlık nedeni olarak karşınıza çıkar. 
Soru                             :Biraz daha açabilir miyiz  ? 
Yanıt                             :Geçmiş yıllarda bir ilçe belediyemiz SSK faiz affından yararlanmak istemişti. Af kanununun borcu taksitlendirme vadesi, ilçe belediyesinin gücünü aşmıştı. Bir devlet bankasından 60 ay vadeli kredi kullanarak kanundan yararlanmak istedi. Ödeme gücü 60 ay için uygundu. Merkezi İdareden onay alabilmek için çok uğraşmıştı. SSK alacakları bir kamu alacağıdır. Banka faizi kamu alacak faizinden daha düşük olduğu için belediye banka borçlanmasını kamu borçlanmasına tercih etmişti. Bugün de SSK prim borçları ve faizleri Belediyeleri zorlamaktadır. Yine ,yerel yönetimler için yurtdışı partner belediye  davetlerine katılmak , spor , müzik, kültürel faaliyetlerle ülkesini ,İlini, ilçesini temsil etmek gibi çok basit konularda bile  belediye meclislerinin karar vermesi  yeterli olmamakta  merkezi idarenin de bilgisi bazen de  izni  gerekmektedir. 
Soru                            :Peki biraz da Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri arasındaki ilişkilere bakalım!
Yanıt                            :Büyükşehirlerde ,büyükşehir belediyeleri ile ilçe belediyeleri arasında  hizmetlerle ilgili zaman zaman gerginlikler yaşanabilmektedir. Hatta bazı kentlerde aynı siyasi partiye mensup olsanız bile maddi imkanlar, görev ve yetki alanları nedeniyle bu anlaşmazlıklar yine de yaşanabilmektedir.  İstanbul ,Ankara gibi kentlerin büyükşehir belediyeleri ile ilçe belediyeleri farklı siyasi partilere mensup olduğunda ise bu anlaşmazlıklara siyasi bakış farkı da eklenmektedir. Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Merkez Çankaya Belediyesi arasında pek çok uyuşmazlığın Danıştay Kararlarına konu olduğunu görürüz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Adalar Belediyesi arasında küçük bir park düzenlemesi konusunda bile parkı yapmak ve bozmak üzerine yetki anlaşmazlığına basında tanık olmuştuk.  
Soru                                :Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartı çerçevesinden bakarsak Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri arsındaki bağ  nasıl olmalı ?
Yanıt                                  : Büyükşehir Belediyeleri Büyükşehir Belediye Kanunu , İlçe Belediyeleri ise Belediye Kanunu ile yönetilirler. Görev ve yetki paylaşımını ise  Büyükşehir Belediye Kanunu düzenler. Belediyeler, Büyükşehir’e bağlı olsalar da ayrı tüzel kişilikleri vardır. Büyükşehir Belediye Kanunu ile Belediye Kanunu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde yeniden kaleme alınırsa bu anlaşmazlıklar daha az yaşanır, hizmetlerde yerellik daha ön planda olur. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartında , yerel yönetimlere verilen yetkilerin tam ve münhasır olması bu yetkilerin öteki merkezi idare ve bölgesel makamlar tarafından zayıflatılmaması öngörülmektedir. Büyükşehir Belediyelerini bölgesel makam olarak kabul edersek ilçe belediyeleri maddi imkan, görev ve yetki paylaşımında  bugüne göre daha güçlü olabilmelidir. 
Soru                                  : Bazı ilçelerimizde Belediye Başkanı ve Meclis Üyeleri aynı siyasi partiye mensup olsa da gerginlikler yaşanabiliyor ? Parti grup kararlarına uymamak bazen parti disiplini yolunu açabiliyor ! 
Yanıt                                : Son zamanlarda  belediye meclis üyeleri ile belediye başkanları  arasında basına yansıyan ve siyasi anlamda tepki gören gerginliklerin yaşandığına  tanık oluyoruz. Doğru ! Örneğin  bir ilçe belediyesinde  ana muhalefet partisine mensup belediye başkanının iktidar partisi meclis üyelerinden de  destek görmesi,  bir başka ilçemizde  aynı partiye mensup olmalarına rağmen belediye başkanı ile meclis üyeleri arasında yaşanan gerginlikler ve belediye başkanı dışında  belediye meclis üyelerinin de projelerle basında yer almaları tartışılmıştı. Yine  bir ilçemizde  belediye başkanının  meclis üyelerine tahsis ettiği odaları ve personelini  iptal etmesi  bazı meclis üyelerinin tepkisine neden olmuştu. Aslına bakarsanız belediye meclis üyelerinin görev ve sorumlulukları belediye kanununda açıkça belirtilmiştir. Belediye meclis üyelerinin toplantı huzur hakkı dışında görevleri nedeniyle herhangi bir gelirleri yok. Bir anlamda gönüllülük esasına dayalı görev yapmaktalar. Belediye yönetiminde belediye meclisleri karar organı olduğundan  meclis üyelerinin görevlerinin idari bir niteliği yok. Belediye Başkanı ise belediye meclisine başkanlık eder, meclis kararlarını uygular, İdari olarak da belediye teşkilatını sevk , idare ve temsil eder. Belediye görevlileri kendi görev ve yetki alanı içinde  kalır, demokratik değerlere  saygı ve hoşgörü ile çalışırlarsa meclislerde yaşanan uyuşmazlıklar siyasi anlamda  tepki görmez. Çoğulcu demokrasilerde  hepimiz biliyoruz ki ; bu türden  uyuşmazlıklar doğal karşılanır.
Soru                                    :Farklı siyasi partilere mensup Belediye Başkanı ve Meclis Üyeleri arasındaki uyum bazen siyasi tepkilere neden olabiliyor. Uyum mu ,uyuma duyulan siyasi tepki mi doğaldır sizce ?
Yanıt                                 :  Belediye Başkanlarının iktidar partisine mensup meclis üyelerinden destek görmesinde yadırganacak bir şey olmamalıdır. Belediyeler belediye kanunları ile çalışırlar. Belediye Meclislerinde  kanunlar çerçevesinde ilçe hizmetleri ile ilgili genel kararlar alındığı gibi bireysel vatandaş başvuruları hakkında da kararlar alınır. Belediye hizmetleri kamu hizmetidir. Belediyelerde parti ayrımı gözetmeksizin tüm halka eşit hizmet esastır. Belediye meclisinde görev üstlendikten sonra hangi partiye mensup olursanız olun uzlaşma kültürü içinde görev yapmak gerekirken partizanlık yapmak, meclis üyesinin iradesini  baskı altına almak  demokratik ve etik  değerlere aykırı düşer. Belediye Başkanı meclis toplantılarında  tüm belediye meclis üyelerine başkanlık eder. 
Soru                                  : Belediye Başkanı ve  Meclis Üyeleri arasında düşünce farklılığı parti disiplini yolunu açmalı mıdır ?
Yanıt                                 :  Belediyede  meclis üyeleri başkandan  farklı düşünebilir. Sonuçta her üyenin  bir oy hakkı vardır. Meclis üyeleri özgür irade ile karar verebilmelidir. Aykırı oy kullanan zaten gerekçesini belirtmek zorundadır. Meclis üyelerinin   dokunulmazlığı yoktur .Kararlarından ötürü cezai ve maddi sorumluluk taşırlar. Bu itibarla belediye meclislerinde farklı düşünceye sahip meclis üyelerine  parti disiplini ile yaklaşmak bana göre demokratik değerlerle çelişen  ve  hizmeti ikinci plana iten bir yaklaşım  olur.   
Soru                             :Belediye Meclis Üyelerinin vatandaşla ilişkisi nasıl olmalı ?
Yanıt                             : Meclis Üyelerinin idari bir görevi olmadığından vatandaşın işlerini  takip yetkisi yoktur. Hatta vatandaşın işini takip aynı zamanda yanlış anlamalara mahal verebilir. Belediyeler kamu tüzelkişisidir. Bu davranış vatandaşa eşit hizmet ilkesine de aykırılık yaratır. Kamu görevlisini baskı altına alır. Etik de olmaz. Bu itibarla  belediye meclis üyeleri ,kanunun  kendilerine tanıdığı görev ve yetki dışında belediye başkanından başkaca beklenti içinde olmamalıdır. Muhatapları sadece belediye başkanıdır. Belediye Meclisinde, Bazen Encümende, İhtisas ve denetim Komisyonlarında görev yaparlar. Sonuçta Meclis Üyeleri Belediyelerin  karar organlarında görevlidirler. 
Soru                            : Belediyeler ve siyasi partiler arasındaki iletişim nasıl olmalıdır?
Yanıt                            : Belediyeler ve siyasi partiler arasındaki ilişkilerde bazı noktalara dikkat etmek gerekir. Belediye meclis toplantıları öncesi grup toplantıları yapılır. Bu toplantılarda alınan kararlara aykırı olarak mecliste karar alan belediye meclis üyelerine mensup olduğu siyasi parti tarafından disiplin yaptırımı uygulanıp uygulanmayacağının tartışıldığını görüyoruz. Belediyelerde  belediye meclis üyelerinin il ya da ilçe siyasi parti yöneticileri ile grup toplantıları yapmaları , belediye meclis üyelerinin  meclis gündemi hakkında ön görüşme yapmaları, tartışmaları  siyasi gelenek halini almıştır. Olabilir. Ancak, bu toplantıların meclis üyelerinin iradesini baskı altına alacak bir niteliğinin olmaması gerekir. Meclis üyeleri kararlarında özgür olmalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin dokunulmazlıkları vardır. Belediye meclis üyelerinin dokunulmazlığı yoktur. Maddi ve cezai  sorumluluk altında görev yaparlar.
Siyasi parti temsilcilerinin    grup toplantılarında sadece vatandaşın beklenti ve şikayetlerini dile getirmeleri ,projelerin siyaseten halka anlatımında bilgilendirilmeleri olağandır. Siyasal partiler yerel yönetim temsilcilerini seçebilirler ancak yerel yöneticiler seçildikten sonra yerel yönetimlerin işlerine karışmamalı , yerel yönetimlerden hiçbir  beklenti içinde olmamalıdırlar. Bana göre ,siyasetçiler ya yerel yönetici olacak hizmet üretecek ya da siyasi parti temsilcisi , denetçisi olacak siyaset yapacak . İki statü  bir arada ve iç içe olmamalıdır.  
Soru       :Son olarak  milletvekillerinden yerel yönetimler üzerine beklentileriniz nedir ?
Yanıt                         : Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir uzlaşma kültürü içinde ilk sivil Anayasamızı yapmasını bekliyor  , Üniter Devlet  yapısı içinde ancak evrensel hukuk normlarına uygun,  yerel nüfusun ihtiyaçlarına ve yerinden yönetim ilkesine cevap verecek , Merkezi İdare ,Büyükşehir Belediyeleri ve İlçe Belediyelerinin uyumlu çalışmasını sağlayacak  önyargısız yerel yönetim yasaları yapılmasını diliyorum. 


21 Kasım 2011 Pazartesi

Gazeteciye Yayın Yasağı



Kırşehir 2.Asliye Ceza Mahkemesi 2010/282E ve 2011/123 K ile bir gazeteci hakkında "hak ve yetkinin kötüye kullanılması nedeniyle suçun işlenmesinden dolayı takdiren hükümde belirtilen gün sayısı olan 375 gün sanığın GAZETECİLİK MESLEĞİNİ YAPMAKTAN YASAKLANMASINA" karar verdi

Nilay Sermi Kökılınç  Yorum

 Basın mevzuatında düzeltme ve cevap hakkı denilen bir kavram var malum ! Düzeltme ve cevap hakkı ile haksız ,gerçek dışı ya da hakaret içeren bir yayın için düzeltme ve cevap hakkını kullanmak mümkün iken ve yine haber sahibinden tazminat talep etmek de mümkün iken ayrıca cezai sorumluluğa gitmek, içinde yaşadığımız çağa uygun bir anlayış olmuyor elbette ! Ancak ,hangi alanda olursa olsun bireysel olaylar yasalarımızdaki yanlışlıkları veya düzeltilmesi gereken hususları daha net ortaya koyuyor.Bu anlamda TCK 53.maddesinin yani kısaca meslekten men diyebileceğimiz ceza maddesinin  uygulamada sadece gazeteciler için değil başka alanlarda çalışan insanlar için de fahiş ve orantisız sonuçlar doğuran bir ceza maddesi olduğu düşüncesindeyim. Bence ,yasa koyucular bu madde üzerinde çalışmalı ve yargıçlara yol gösterecek şekilde yeniden kaleme almalıdırlar.Sözkonusu olay özelinde bir değerlendirme yaparsak  gazeteci için zaten bir ceza verilmiş ,üzerine bir de TCK.53.maddesi uygulanınca evrensel ceza hukuku ilkelerinden suç ve cezanın orantılılığı ilkesine de aykırı bir sonuç doğmuş oluyor.Yargıçlar hüküm verirken sanığa , ya suç fiilinin karşılığı cezayı vermeli ya da fiil aynı zamanda TCK 53.maddesi kapsamına da girebilecek  bir fiil ise(süreli meslekten uzaklaştırma gibi) sadece bu maddeyi uygulayabilmeli ,bu da yargıcın tercih ve takdirinde olabilmelidir. Ancak uygulamada benzer durumlarda da  TCK. 53.maddesi , yargıç tarafından verilmiş bir cezaya ilaveten uygulanmakta ve böylece sözkonusu gazetecide olduğu gibi pekçok kişi için yargıda haksız sonuçlar doğmuş olmaktadır.Umarız düzeltilir.

Kıdem Tazminatı



Kıdem Tazminatı Kaldırılıyor mu ?

Nilay Sermi Kökkılınç     Yorum

Kıdem tazminatının işveren hesabında değil de devlet hesabında bir fonda toplanması çalışanlar için son derece yararlı olacaktır.İşverenin mali imkansızlığı ,iflası,işletmelerin tüzelkişiliklerinde meydana gelen değişiklikler çoğu zaman işçilerin kıdem tazminatını alabilmelerine engel olmakta ,işçi yargıya başvurmak zorunda kalmakta ,cebinden yargı gideri ve avukat parası ödemekte ,alacağın elde edilmesi için yargıda uzayan zaman da işin cabası olmaktadır.İşçi yargı kararı ile kıdem tazminatı alacağını elde etti diyelim ;bu sefer de icra marifetiyle tahsil zorluğu karşısında kalmakta, uygulamada çoğu zaman da tahsil edememektedir.Tahsil edebilmişse  harç,icra gideri,avukat parası derken işçinin eline kırpılmış bir bedel geçmektedir.Kıdem tazminatı devlet güvencesinde bir fonda olacaksa alacak devlet güvencesine bağlanmış olacaktır.Bu düzenleme için bence geç bile kalınmıştır.Kıdem tazminatı  istifa ile de doğacak bir hak olacaksa sosyal bir devlet olma yolunda bir adım daha atılmalı; iş akdi her ne sebeple sonbulmuş olursa olsun o işyerinde geçen çalışma süresi kıdem tazminatı hakedilmesinde esas alınmalıdır.Haklı- haksız iş akdi fesihleri kıdem tazminatından ayrılmalı, bu konu işçi ile işveren arasında kötüniyet tazminatı ve işe iade talepleri çerçevesinde ele alınmalıdır.Kıdem tazminatı ; adı üzerinde çalışanların işyerinde çalıştıkları süre ile ilgili bir haktır.İş akdinin haklı ya da hakdız feshine bakılmaksızın iş akdi bir şekilde son bulmuşsa o işyerinde geçen süre için kıdem tazminatı hakedilmiş olmalıdır.Böylece kıdemtazminatları yargı uyuşmazlıklarına konu olmaktan da çıkar ve işçiler için çalışma süresine bağlı hakedilmiş bir sosyal hak olarak yasal düzenlemelerde yerini bulmuş olur.Yasa metni, hertürlü uyuşmazlığı yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde iyi kaleme alınmalı,çok boyutlu değerlendirilmeli  ve  sendika görüşlerine de itibar edilerek son şeklini mutlaka  uzlaşı ile almalıdır.

25 Ekim 2011 Salı

Kent ve Sivil Toplum Örgütleri 4













İzmir -Manisa-Kütahya Planı'na yargı şoku


Nilay Sermi Kökkılınç  Yorum

Çevre Ve Orman Bakanlığı' nın yaptığı 1/100.000 lik Kütahya-Manisa-İzmir Çevre Düzeni Planı'na karşı Oda' lardan başka İzmir Büyükşehir Belediyesi ve kendi ilçeleri kapsamında İlçe Belediyeleri de iptal davası açmıştı. 2010 yılı başlarında açılan davada yürütmeyi durdurma kararı 2011 yılı sonunda neredeyse iki yıla yakın bir süreçte verilmiş oluyor. Davanın esası hakkında yargı süreci ne kadar zamanda tamamlanabilir ? hukukçular iyi bilir ! Yerinden yönetim ilkelerine uyulmadığında ,STK ların ve yerel yönetimlerin kent hakkındaki plan kararlarında söz hakkı olmayınca ve kentlere sadece Merkez’den bakıldığında daha önce de belirtmiştik İzmir –Manisa ve Kütahya bir görülebiliyor ne yazık ki ! Bugün ise Bakanlıklar da ikiye bölündü. Çevre Ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman Ve Su İşleri Bakanlığı oldu. Bana göre kenti kilitlememek adına yapılacak en doğru şey, davanın sonlanmasını beklemeden mahkemenin yürütmeyi durdurma karar gerekçelerini yerine getirmek ve yeni bir Çevre Düzeni Planı yapmak olabilir ancak !

24 Ekim 2011 Pazartesi

Kent ve Sivil Toplum Örgütleri (3)













Kordon'da bulunan işletmeler Atatürk posteri ve Türk Bayrağı'nı tente olarak kullanınca kriz çıktı


Nilay Sermi Kökkılınç  Yorum

Kordon, İzmir simgesi ve kentin günübirlik turizm mekanlarından biridir. Buradaki işletmelerimizin İzmir'in başka mekanlarındaki işletmelerden daha özenli olmaları gerekmektedir. İşletmelerimizin sorunları olabilir.Yetkililer bu sorunlara çözüm üretmek için Oda'larla birlikte çaba sarfetmelidirler. Ancak , Kordon'da işletme sahibi olmak demek , halkdan , kamudan önce gelmek demek değildir. Kamunun menfaatleri önce gelir. Kent estetiği için tentelerle ilgili bir düzenleme varsa ki olmalıdır da, bu kurala işletmeler uymalı; kapalı alanlarda sigara içme yasağına işletme ruhsatları yönetmeliğine ,trafik yönetmeliğine uymalıdırlar. Kaldırım işgallerinin kuralları vardır. İşletmeler kurallara uydukları sürece Valiliğin, Belediyenin, Maliyenin denetimlerinden rahatsızlık duymalarını gerektiren bir neden de kalmaz. Görevini olağanın dışında suistimal eden yetkililer için de yasal başvuru yolları tüketilebilir. Kordon önce kente ve kentliye aittir.